Bu soruyu Gassal’ı izleyinceye kadar ben de düşünmemiştim. Hala da düşünmüyorum, ölüm korkum yok. Evet tuhaf ama gerçek, ben ölümden korkmuyorum, ölümün korkulacak bir şey olmadığına inanıyorum. Ölüm tam tersi benim için, bu çetin sınavlı okuldan mezun olmak. Ve ben de en iyi şekilde mezun olabilmek için de elimden geleni yapıyorum.
Biz bu dünyaya yaşamaya gelmedik, belki de öldük, ölümden sonrasının hesabını veriyoruz bu dünyada. Belki yaşamıyoruz, sadece bir süreçten geçiyoruz. Yeniden doğabilmek için… Ya da arınmak için… Ama şu bir gerçek ki pek de arınamıyoruz, yine aynı tuzaklara düşüp duruyoruz. Bu dizide de benzer bir tuzağa düştük ; bölünmüşlük.
Dizinin senaristi üniversitedeyken sınıf arkadaşım olduğu için, ön yargılarımı bırakıp izledim. Dizi üzerinden bir kesimin, değersizlik duygusunu ört bas edebilmek için zafer naraları attığını biliyorum. Bir süre o naraları takip ettim, sonra karşı naralar geldi. Her iki kesim de birbirini dizi üzerinden linçlemeye devam ediyor. Oysa ki dizinin bu kavgayla uzaktan yakından alakası yok, anlatmak istediği ölümün o hepimizi eşitleyici mesajı o kadar kayboldu ki… Üzülüyorum.
Ben de dizinin senaristi de farklı şehirlerden İmam Hatip mezunuyduk. Bizim dönemimizde meslek liselerinden puan kırılıyordu, istediğimiz bölümleri okuyamadık. 28 şubattın hiç bitmeyecek travması o zamanlar başlamıştı. Hasbelkader İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümüne kaydolduk. O sene baya bir imam hatipli o bölüme kaydolmuştu. Bize ölü yıkayın, namaz kıldırın ne işiniz var bu bölümde diyen de oldu, anlayış gösteren de, kibirli bakışlarla ezen de… Bölüm başkanımız derslere girmeyi 3 sene erteledi. ‘İmam hatipliler’ dökülsün sonra deslere girerim demişti. Evet çok dökülen oldu, bambaşka bir dünyanın içindeydik. Mitoloji, anarşi, eleştiri, tarih, felsefe, Jung ve Freud… Hepsi bir aradaydı. Bölüm, biz inat edip tutunanları çok değiştirdi, çok dönüştürdü. Her konuda tarafsız bakış açısı yakalamaya çalışmam o yıllardan kalma. Bu kadar iyi kitap yazabilmemi de o bölüme borçluyum. Ve psikologların deyimi ile bu kadar iyi analiz yapabilmemi de… İyi ki diyorum hep, iyi ki o bölümü okudum.
Ben o dönemde aldığım tüm yaraları iyileştirdim, kendi düşünce sistemimle, yargılarımla, çelişkilerimle çok yüzleştim. Hala da yüzleşiyorum. Gassal’ın çok afedersiniz beceriksiz ve düşünülmeden (belki de bilinçli bilemiyorum, beceriksizlik abad ediliyor ülkemde) yapılan PR’i yüzünden izlemeyecektim. Youtube’da parça parça videolara baktım, kopan kıyameti de bildiğim ve 22 yıldır bir travmanın verdiği öfke ile o duyguları ajite edip, halkı yönetmeye çalışan bir kesimin yanlışlarını da çok iyi gördüğüm için de izlememeye karar vermiştim. Hem kırgınım onlara hem de kimsenin değersizlik duygusunu kibirle boşalttığı kap olmak istemiyordum. Ancak senaristinin ismini görünce ‘aaaa Sümeyye yazdıysa kötü değildir, çok farklı bir kızdı o’ dedim. Ve izlemeye karar verdim.Bu arada Sümeyye’nin beni pek sevdiğini söylememem. Üniversiteden sonra hiç görüşmedik, çok samimi değildik ama onun aykırılıklarını gözlemlerdim hep. Baki’ye karakter olarak çok benzediğini söylemeden geçemeyeceğim.
Neyse konumuz Sümeyye değil, konumuz diziyi beğendiğimi söyledikten sonra bana gelen eleştiriler. Evet ben de özelden, genelden eleştiri yağmuruna tutulmadım değil. Amerika’da yaşarken, Türkiye’de sabah yazılanları ben bir sonraki gün uyanınca okuyabiliyorum. Benim Amerika’ya taşınma sebebim olan, cehaletin, liyakatsizliğin, biz haklıyızcılığın ve buna maruz kalan geçmişin ezicilerinin hiç bir zaman değişmeyeceğini görmemdir. Benim umudum tükendiği içi elin ülkesinde ikinci sınıf olarak (eğitimli olsam da) kabul ederek geldim. Bu bana acı verse de bir gerçek.
Ancak benim ülkemde bir zamanlar ‘zulüm görüyoruz’ diyenlerin, iktidar olduktan sonra en feci oportünist ve ötekileştiricilere dönüşmesini izlemek ayrıca acı verici bir durumdu benim için. İçinden çıktığım bir geleneğin yanlışlarını görüp kendi yolumu çizmem kolay olmadı. Neyse ki aldığım eğitimler, terapiler bakış açımı çok değiştirdi ve gerçek kendimi bulmamı sağladı. Eskiden de öyleydim, şimdi de öyleyim, ben hiç bir ideolojinin savunucusu olmadım. Zira ben sadece Allah’a inanıyorum. Necip Fazıl’ın dediği gibi ‘Yalnızca Allah’a inan, gerisi inanılacak gibi değil’. Bu inanılacak gibi olmayan şeyleri, dindarlık maskesi adı altına gizlenip yapanları gördükçe içim daha da buruldu uzunca bir süre. 28 Şubat’ta daha iyiydik, daha inançlıydık, daha samimiydik. Diriydik, kendimizi kaybetmemiştik, bilgiliydik. O günlerde daha iyiydik… Hep bunu dedim kendi kendime.
Bir zamanların ezilen kesiminin, günümüzde geldiği hali sanırım tarif etmem boşuna olacak. Ancak işte değersizlik duygusu ve onu yaratan şeyin, yani travmanın hem insan hem toplum hayatında ne kadar önemli olduğunu görebiliyorsunuz. Toplumsal bir travma, sonrasında çok daha başka toplumsal tavmalara neden oldu. Ülkemin çivisi çoktan çıktı bunu hepimiz biliyoruz. Ama ben yine de bir şeyler değişir diye ümit ediyor ve elimden geleni yapıyorum.
Neyse diziye dönelim, ben diziyi beğendim, bazı yerlerini çok klişe bulsam da… Samimi bir niyetle yazıldığını düşünüyorum. Öyle dindarlık güzellemesi de yok, muhafazakarlık övgüsü de.. Bu minvalde Kızıl Goncalar dizisinin daha kötü olduğunu söyleyebilirim. Gassal, daha tarafsız, daha küçük ve insani bir hikayeden yola çıkmış. En kötüsü de yalnızız be diyorsunuz izlerken. Baki’nin iç burkan yalnızlığının sizde de bir yansıması olduğunu görüyorsunuz. Bu dizi bir yalnızlık dizisi aslında… Hepimizin temelde ne kadar yalnız olduğunu gösteren bir yapım. Sümeyye’nin cümleleri üniversitedeyken de böyleydi, garip ve aykırı. Aynı şekilde devam ettirmiş. Ki bizim bölümden çok senarist ve oyuncu çıktı onu da söyleyeyim. Birce Akalay da bir sonraki dönemde bize katılmıştı. Aynı bölümü okuduk. Psikoloji ve Tv bölümünden öğrenciler gelir, bölümün zorluğunu görüp kaçarlardı. Bizim bölüm çok zordu, hem de ‘bizim’ için daha da zordu…
İşte bir kaçımız sıyrıldık o ezici ötekileştirici sistemin araçlarının arasından. Ötekileştirme şimdi el değiştirdi. Yarın da değiştirebilir, sonraki günlerde de… Aman çocuklar şok oldu diye dizi PR’ını eleştirenlere sözüm, çocuklar şok olmaz. Dizinin kuşun ölümü sahnesi, bir çocuğun ölümle yüzleşmesini o kadar güzel anlatıyor ki. Çocuklar ölümden korkmaz, ölümden biz korkarız. Çocuklar bizden çok daha bilge ve kapsayıcı. Biz kendi korkularımızı onlara yükleyerek büyütüyoruz. Bir çocuğun iki korkusu vardır dünyaya geldiğinde, yüksek ses ve yüksekten düşme. Bu da evrimsel iki korku. Geri kalan her korkuyu biz kusuyoruz onlara. Ve olan her zamanki gibi çocuklara oluyor.
Korku, insanı bu dünyaya çivileyen bir duygu. Bu yüzden bu dünyaya çivilenmemek için korkularımla çok çalıştım. Çivilendiğin yerden sökülürken, her yerin yırtılır, kanarsın çok … Hiç bir ülkeye ve kimseye çivilenmeyişim de bu yüzden. Bir gün her yerden ve herkesten söküleceğimi biliyorum çünkü. Ölüm güzel şey, beni tüm bağımlılıklardan koruyan yegane şey. Dertlerimin de sevinçlerimin de geçici olduğunu bildiğim için, ne çok üzülüyorum ne de sevinçlerimle böbürleniyorum. Dedim ya belki de öldüm ben, burada hesaba çekiliyorum. Öbür türlü bu dünyanın kötülüğünü açıklayamıyorum.
Baki’ye de sözüm, ölünce elbette birileri bizi yıkar dert etme…. Aşk insanı dirilten, diri tutan, kalbini ısıtan, dünyanın yaratılmasına vesile en önemli duygu. Ölünce elbette birileri sizi yıkar… Korkmayın, ölüm güzel şey. Biz esas birbirimizi sevmeyi kaybettik, sevgi öldü, esas sevginin ölüsünü kim yıkayıp, cenaze namazını kim kılacak, bunu soruyorum. Ölmeden önce temiz bir sevgi ve aşkla sulanmanız dileği ile…
コメント