top of page

Bir Kara Delik: Yetersizlik İnancı


Uzun zamandır yazmıyordum. Sanırım yazma konusunda da biraz kırgınım. Sadece o konuda mı, sanırım çok başka konularda da kırgınım. Kırgın olmak, hassaslıkla, abartmakla karıştırılır genelde. Çok abartıyorsun, çok hassassın etiketlemelerini daha çocukluğunuzdan itibaren duymaya başlarsınız. Hatta dünyaya geldiğiniz andan itibaren etiketlenmeye başlarsınız. Hani fabrikada üretilen bir ürüne vurulan barkodlar, etiketler gibi. Bunu siz değil, bir başkası yapar. Bir başkasının yapıştırdığı etiketi yıllarca üzerinizde taşırsınız, hatta bazen ölünceye kadar.


Dünyaya geldiğiniz anda, ay bu kız biraz çirkin mi? Aaaa aynı babası! Ooo gözleri fıldır fıldır, senin işin var! Ay yok bu bize hiç benzememiş! Sanki biraz yaramaz olacak gibi! Çok bilmiş çok…. Liste uzar gider, doğumunuzla birlikte etiketler yapıştırılır da yapıştırılır. O bebek çaresizliğinde bir şey diyemezsiniz, dilini bilmediğiniz bu ecüş bücüş varlıkların ne dediklerini anlamazsınız. Ama bedeniniz anlar, kaydeder her bir sözü, her bir kelimeyi, her bir yargıyı. Sonra siz o etiketlerle kendinizi biraz daha etiketletmeye başlarsınız. Ben beceriksizim, ben yapamam, ben şuyum, ben buyum, ben huysuzum, ben biraz alınganım, ben hassasım, ben erkek fatmayım, benim dilim sert, ben, ben… Kimi etiketlerimizle kendimizi dünyanın en değersiz insanı hissederken, kimi etiketlerle bazen abartılmış kendiliğimizle kendimizi ev aynasında görürüz. Zannederiz ki her şeye gücümüz yeter, zannederiz ki her şey bizim kontrolümüzde… Aman hata yapmayayım endişesiyle kendimizi, enerjimizi, insafsızca bir endişe girdabında harcar dururuz.


İnsanlığın başına bela olmuş en korkunç etiket ne derseniz, yetersizlik derim. Ben yetersizim etiketi. Sırf bu etiket yüzünden, bunun altındaki kaygıyı örtmek adına, inanılmaz sorumluklar alıp, gereksiz kahramanlıklara bürünürüz. Herkesin yükünü sırtlandıkça sırtlanırız. Çalıştıkça, çabaladıkça, her şeye yeteyim diye kendimizi heder ettikçe bir yandan mutlu da oluruz, bu mazoşist durumdan haz alırız. Evet kendimize eziyetin diğer adıdır yetersizlik. Bu bazen hiç bir riske girememize de neden olur, bazen gereksiz risklere girmemize de. Çoğu zaman ertlemememiz gereken şeyleri ertlememize ve de kendimizi feda etmemize...


Ancak yok olursak var olabileceğimize dair bir inanç vardır içimizde. Kendimizi yok etmek için elimizden geleni yaparız. Bunu neden yaparız? Çünkü yetersizlik inancının altında çok güçlü bir utanç duygusu vardır. Neden utanıyorum diye sorarsanız, kendi hikayenize göre sayamayacağım kadar çok nedeni var bunun. Ama kendimden örnek verirsem, bu bazen varlığımızdan utanmakla ilgilidir. Annem, babamla olan huzursuz evliliğini bitiremediğini arkadaşlarına anlatırken, çocuklar olmasa çoktan bırakırdım derdi. Bu cümle bir çocukta varlığından utanç duymasına neden olur. Ben olmasam, annem bu acıyı çekmezdi diye düşünür. Ve hayatı boyunca kendisini yetersiz hisseder, bazen de benim gibi hayatını başkalarını kurtarmaya, iyileştirmeye adar. Ama yine de bir şeyler eksiktir. Ne yapsa da bir şeyler olmuyordur. Bu ‘olmama’ halini iyileştirmek kolay değildir.


Çocuklar her etiketlendiklerinde, anne babalarının ağzından duydukları her eleştiride, kimliklerine ve benliklerine dair vurulan her mühürde utanç duyarlar. Çocuklar ailede ters giden her şey için kendilerini içten içe suçlu hissederler. Ben böyle büyüdüm, keşke biz olmasaydık dediğim çok olmuştur. Çok uzun yıllar sonra annem, kendi kişisel gelişim yolculuğunda ‘evet ben erken ayrılmaya cesaret edemedim desteğim yoktu’ dediğinde rahatlamıştım. Aslında suçlu olan dedem ve anneannemdi ben değil. Onlar kızlarına yeteri desteği verebilselerdi hayat çok daha başka olurdu hepimiz için. Ancak annem, hem sevilmeyen görülmeyen bir kız çocuğu olarak zorla yanlış bir evliliğe itildi, hem de o evlilikten çıkmaması için anne babasından zamanı geldi tehdit bile yedi. Ve biz çimenler, fillerin tepişmesi altında ezildik. Evet çocuklar çimen gibi ebeveynlerinin sorunlarının altında ezilirler.


Sizi kendi fabrikasında üreten anne babanız, size istediği barkodu yapıştırıp hayata salıverir. Annem çirkin diye etiketlenmişti. Şanssız ve çirkin. Bu duygularını örtebilmek için sevgi dilini hizmet vermek olarak geliştirmişti. Annem misafir olarak bile gittiği evde, durmaz, iş yapar, yemek yapardı. En korktuğu şey şu hayatta, birine yük olmaktı. 40 yaşımda bu yük olma korkusunun bende de olduğunu ve bu yüzden her işimi kendim yaptığımı farketmiştim. Destek almayı bilememiştim. Yetersizlik inancı sizi hayatta desteksiz bırakır. Bunu siz yaparsınız. Aman ben kendi kendime yeteyim derken, günün sonunda yapayalnız kaldığınızı farkedersiniz.


Bir işe kalkarsınız yetersizlik inancı yüzeye çıkar, anne olursunuz yetersizlik inancı arşa çıkar, bir şeye başlarsınız yetersizlik inancı size o işi yarım bıraktırır. Erteleme hastalığı yetersizlik inancının bir sonucudur. Erteledikçe ertelersiniz, hayatınızı ve kendinizi... Eğer olur da o işi yapar da sonucunda beceremez, başarısız olursanız utanç duyarsınız çünkü. Bu utançtan kaçıştır erteleme. Kim bilir, hanginiz, çocukluğu boyunca nerelerde bu utancı hissetti. Bazen anne babanızın davranışlarından utandınız, bazen onların sizi herkesin önünde yermesinden, bazen onların sorunlu giden evliliklerinden, bazen üzerinize bir türlü oturmayan, sen şusun, sen busun etiketlerinden. Hanginiz yargısız büyüdünüz ki? Hangimiz, büyüdük ki? Yaralı bir çocukluğu tamir etmek için elimize geçen ebeveynlik fırsatını da kendi yaralarımız yüzünden çarçur ettik öyle değil mi? Ama sırf bu yüzden kendimi çok fazla takdir etmişliğim vardır. Oğlum 10 aylıkken ebeveynliği elime yüzüme bulaştırdığımı gördüğümde terapiye başlamıştım. Nihayetinde ben kendi yaralarımı çocuklarıma bulaştırmamayı, ben beni kesmeyen insanların üzerine kanamamayı başarmıştım. Bu zinciri bozmuştum. Bugün bu yazıyı okuyarak siz de bunu yapıyorsunuz. Hiç biriniz yetersiz değilsiniz, eğer anne babanız sizi büyütürken sizin kendiniz ve çocuklarınız için gösterdiğiniz çabanın ve endişenin bir damlasını bile gösterseydi siz şimdi nasıl olurdunuz? Bir sorun kendinize. Cevabı söyleyeyim, her şey bambaşka olurdu.


Eğer yetersizlik inancınız varsa, bir durup düşünün, bedeninizi kontrol edin, bu inanç kendisini nerede hissettiriyor. O bölgeye odaklanın ve altındaki duyguyu farkedin. Anılar ve duygular bedenimizde hapsolur ve ağrılara sebep olur. Bugünden itibaren buna son verebilirsiniz. Yarım bıraktığınız her işi yavaş yavaş tamamlamaya, kendiniz olmaya cesaret etmeye, o istediğiniz ama cesaret edemediğiniz şey için küçük bir adım atmaya başlayabilirsiniz. Ve kendinizi eleştirmeden, yargılamadan yaşamaya dair kendinize bir söz vererek (başkasına verdiğiniz bir söz için çırpınırken kendinize verdiğiniz sözlerinizi tutmadığınızı farkederek) bugün bu sözü tutmaya başlayarak yeni bir güne başlayabilirsiniz. Hani bir söz vardır, ‘Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır’. Evet kendiniz adına yeni bir başlangıç yapıp, o yetersizlik etiketini ve diğer tüm barkodları bugün sökmeye başlayabilirsiniz. Bu sizin kendinize şefkat gösterebilmek adına atacağınız kendisi küçük ama etkisi çok büyük bir adım olacaktır.


Sevgi ile kalın…


Psk. Uzm. Betül Defne Dündar

 
 
 

Comments


Whatsapp : +1 650 435 27 90

  • medyaporicon
  • alt.text.label.Instagram

©2023, Sofia School of Wisdom. Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page