Başımızı açtık da bir sor niye açtık
- Betül Defne Dündar

- 8 Ağu
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Ağu
Sene 1990, ilkokuldan mezun oldum, babamın emri ile İmam Hatip okuluna yazdırıldım. Kendisi seküler olan babam, konu dine ve kadına gelince mangalda kül bırakmadığı için ben de o..pu olmayayım diye düz ilseye göndermedi, dinimi öğrenmemi namuslu bir kadın olmamı istedi. Annem de ses etmedi, bizim sülale muhafazakar çünkü, herkesin işine geldi. O küçük omuzlarımda İmam Hatipli olmanın ağırlığını taşımaya başladım. Gülemedim, oynayamadım, çocuksu davranamadım, İmam Hatip’e gidiyordum çünkü. Bir süre sonra da başımı örtmek zorunda kaldım. Babam öyle istedi, Allah’ın emriymiş.
Babam alkol kullanırdı, annemi başka kadınlarla aldatırdı, yalan da söylerdi, anneme şiddet gösterirdi, dedikodu da yapardı, çok kötü davranışları vardı yani. Yani günahın dibine batmıştı. Kuran’da günah kavramını iyice araştırırsanız bunun, bireysel günahlarla değil de daha çok bir başkasına verdiğiniz zararla ilgili olduğunu anlarsınız. Yani aslında babamın alkolik olması ile Allah ilgilenmiyordu, onun bir başkasının hakkına girmesi, zulüm yapması, sınırları çiğnemesi, yalan söylemesi, annemi aldatması ile ilgileniyordu. Daha doğrusu Allah bununla da ilgilenmez, size yaşamanız gereken bir yaşamı çizer, yaşarsanız kendinize, yaşamazsanız gene kendinizedir. Allah sizin kişisel meselelerinizle ilgilenmeyecek kadar büyük ve sonsuzdur çünkü.
Ben başımı zorla örttüm elbette. Ama namaza kendim başladım. Diyeceksiniz ki dini okula gittin, annen de dindardı başlarsın tabi. Yok öyle olmadı, başımı örtmeme çok karıştılar ama kimse namaz kılmamamla ilgilenmedi. Kimse zorlamadı, benim içimden geldi. Öyle ya başörtü namazdan daha önemlidir biz muhafazakar camiada. Biz her haltı yeriz, ama başörtümüzü çıkarırsak o babamın olmamızdan korktuğu o..pu oluruz. Namaz kılıp kılmamamız, yalan söyleyip söylemememiz, dedikou yapıp yapmamamız kimsenin umurunda değildir, en büyük günahlar arasında olmalarına rağmen.
36 yaşıma geldiğimde hala namaz kılıyordum, ancak kendimi tanıma sürecim başlamıştı ve bir ara başörtümü çıkarmıştım. Terapi Günlükleri kitabımda bunu anlatmıştım. İnsan içindeki anne babayla uğraşınca onların kendisine ördüğü tüm kazakları çıkarmak, söküp atmak istiyor haliyle. 36 yaşımda bir meditasyon kampına katıldım, kızıma hamileydim. İlk iki günü anlamadım, susuyorduk, nefes alıp veriyorduk, guru anda olmaktan bahsediyordu vs. Üçüncü gün nasıl olduysa nihayet ‘anı’ deneyimledim. Ve ağlamaya başladım. Geçmiş silinip gitmişti, gelecek endişesi bitmiş, o andaydım, huşu içindeydim. O gün namazın ne olduğunu anladım. Ve o güne kadar, yogayı meditasyon küfür diye linçleyen katı muhafazakar akla bir isyan çıktı içimden. Oysa ki Allah ‘veli’ kulunu tanımlarken ‘onlar için endişe ve üzüntü yoktur’ diyordu. Yani endişe gelecekten gelir, üzüntü geçmişten… Dolayısıyla ‘veli kul’ anda kalabilen kuldu.
Anda kalmanın tadına varmıştım bir kere. O gün dönüş yolunda şu cümleyi kurdum ‘ben şimdiye kadar hiç namaz kılmamışım, vah bana, kimse bana bunları anlatmadı, vah bana’. Evet sehven iman etmiş, 3 yaşındaki bir çocuk aklıyla Kuran’ı anlamaya çalışan beceriksiz kullar olarak anlamadık. Biz dirseğimizin kuru kalıp kalmamasına takıldık, ayaklarımız birbirine yapışıyor mu, aman iki ayağımın üzerine mi oturdum, elimi göbeğimde mi göğsümde mi bağladım… Buna takıldık. Buna fıkıh diyoruz. Müslümanları obsesif eden, imanı anlamdan uzaklaştırıp şekle indiren 1300 senedir kendini asla güncellemeyen bir ilimdir kendisi. Bizi ayrıntılara boğdular, manadan uzaklaştık, neye inandığımızı bile çoğu zaman bilemedik. Peygamberin getirdiği isyan bilincine sarılmak yerine, ramazanda onun ayak izine, saçına, sakalına tapar olduk. Kendi içimizde, Allah’a doğru yaptığımız bir yolculuk olan haccı, kara bir taşa yüz sürmek için önümüzdekileri ezme ve şeytan adı verilen bir taşı hunharca taşlamaya dönüştürdük.
11 kadınla evlenilen dönemde inen, artık sadece 4 yetim kadınla evlenebilirsiniz, onlara da adaletli davranamazsınız sizin için 1 kadın hayırlıdır ayetini, İslam 4 kadına izin veriyor diye çevirerek, kendimize İslami metresler tuttuk. Kadının emzirmek zorunda bile olmadığı, ev işi yapmak zorunda olmadığı ayetleri nasıl ettiysek, kadın evde kalmalı haline dönüştürdük. Kadın tüccarların, berberlerin, alimlerin olduğu bir dönemi, Peygambere rağmen, ona isnat uydurduğumuz hadislerle çöpe attık.
Hak yemeyin, adil olun, haram yemeyin, yalan söylemeyin, kimsenin arkasından kaş göz işareti bile yapmayın, rüşvet almayın, öfke ile hareket etmeyin, öfke duyduğunuz birine bile adaletle davranın diyen bir Kuran’ı, biz nasıl çevirdiysek, müslüman kibri ile, bize helal başkasına haram kıldık her şeyi. Ve Kuran’ın esası olan bu hükümleri de çiğnetip attık. Hüküm ancak Allah’ındır, kimse hakkında yanlış hüküm vermeyin, hükmünü kökten sildik. Herkes herkesi yargıladı ve ötekileştirdi.
Bilin, okuyun, anlayın, akledin diyen Kuran’a muhalif bir tavırla, kulaktan kulağa aktarılan bir dine inandık ve bilimden uzak düştük. Akılın yerinde ise yeller esiyordu… Kuran’ın en büyük kötülük olarak işaret ettiği cehaletin dibine dibine düştük. Yani ayeti gerçekleştirdik ‘biz insanı en güzel surette yarattık, sonra da onu (ahlaki yozlaşmaya işaret ederek) aşağıların aşağısına indirdik’. Hz Peygamber ‘ben güzel ahlakı tamamlamaya geldim’ derken, biz işin o kısmını duymadık. Her türlü ahlaksızlığı din adına yaptık. ‘Biz Kuran’ı sana sıkıntı versin diye indirmedik’ ayetini görmedik, Kuran’ı başkasının başına vurduğumuz, zorba bir sopaya çevirdik. Eyyyy kafirler diyerek hep başkasını gösterdik, ateistleri kafir sandık. Öyle ya ben Allah’a inanıyorum diyerek kafir olmaktan kurtulduğumuzu sandık. Oysa ki küfür örtü demektir, yani hakikati örtüyorsan sen kafirsin. Kuran, senin içindeki kafire seslenir, dışarıdaki kafirle ilgilenmez. Hele münafıklardan hiç bahsetmedik. Ki o münafıklar cehennemde kafirlerin de aşağısındadır. İkiyüzlülerden bahsediyor yani, münafıklar derken. Rol yapan, gerçeğini göstermeyen, yalan söyleyen, iki yüzlü davranan, mış gibi yapan, elaleme göre hayat yaşayan, başkası ne der diye seçimlerini yapan münafıklardan bahsediyor.
23 yılda böyle bir toplum inşaa ettiniz. Evet münafık bir toplum. Kalbi hastalıklı bir toplum ve iktidar. Öyle ya, Allah münafıklıktan bahsederken kalbi olarak hastalanmaktan bahseder : 'Kalplerinde bir hastalık vardır; Allah, hastalıklarını daha da artırmıştır. Yalan söylemeleri sebebiyle onlar için can yakıcı bir azap vardır.’ ‘La ilahe illallah’ diyerek tüm çürümüş düzeni bozmaya gelen, erke, yalana, harama, ötekileştirmeye, hırsızlığa karşı gelen, adaletten bahseden bir peygamberin münafıklaşan ümmetinin filimini izledik. La ilahe illallah’ın ne demek olduğunu anlasaydınız, geceleri sizi uyku tutmazdı. Biz bunu 28 şubatta yaşadık, bize dayatılan sisteme isyan ettik, hayır dedik. Sonra gün geldi biz erk sahibi olduk, gücü bize verdiler ve battık.
Şimdi burada artık bizden bene geçiyorum. 2019 yılında, bugünleri görerek bir karar verdim. Kararımın öncesinde ilahiyat fakültesi öğretim görevlisi bir danışanım oldu. Sonrasında enteresan bir şekilde bir de doktora öğrencisi ile çalıştım. Öğrendim ki ilahiyat fakülteleri bile başörtüsü konusunda ikiye bölünmüş. Farz kriterlerini karşılamıyor deyip örtmeyenler, farzdır deyip örtenler arasında yoğun tartışmalar oluyormuş. Bir kısım ‘Başörtüsü, zaten hep var olan bir gelenektir. Risaletin on altıncı senesinde, müslüman kadını müşrik kadından ayırmak ve Hz Aişe’nin gerdanlığından dolayı uğradığı iftiradan sonra, kadınların sosyolojik açıdan korunmasını amaçlayan bir meseledir. O zamanlar hali hazırda başlarına örtü alan kadınların, göğüs kısımlarının da örtülmesi salık verilmiştir. Sonra nasıl olduysa biz bunu erkekleri tahrik etmemek için her yerimizi kapamaya döndürdük. Şimdi bir soru, Kuran, Araplara değil de Finlandiya gibi bir ülkeye ya da Kuzey Avrupa toplumuna gelseydi ilk, başörtüsü ayeti olacak mıydı? Burada Arap geleneklerini, ahlakını, kişiliğini incelemeden başörtü ayetleri hakkında konuşmak tek yanlılık olacaktır.’ derken diğer bir kısım da başörtüsünün zorunluluğu üzerine görüş belirtiyormuş. Benim nedenim daha sosyolojikti. 28 şubattan bugünlere gelen, hakkı yenmiş, dışlanmış, ötekileştirilmiş biri olarak başörtüsü ile rahat değildim. Çünkü artık iyice işler çığırından çıkıyor, geldiğim mahalle bir yandan nereden geldiğini bilmediğim bir zenginliğe kavuşurken, nobranlığa, haksızlığa, hukuksuzluğa bulaşırken, onların çocukları başörtüsünü bir moda haline getiriyor ve artık başörtülü bacılarım Tinder’den seks partilerine katılıyordu. Kimseyi yargılamıyorum, baskının ve basıncın olduğu her yerde işler çığırından çıkar. Vokanlar bu yüzden patlar: Baskı ve basınç…
Miraç gecesinde bir dua ettim ve ertesi gün geri dönüşü olmayan bir karar verdim. Başörtülü iken elli erkeğin tacizkâr, laubali hareketlere maruz kalırken ( tabi ki hepsinin haddini bildirdim) başörtüsüz dışarı çıktığımda görünmez olmuştum. Kimse bakmıyordu, kimse gözüyle beni kesmiyordu. O zaman tesettürün ne olduğunu anladım. Mesele bakışlardan korunmaksa işte şimdi kimse bana bakmıyordu ve herkes daha saygılı konuşuyordu. Arkadamdan ‘Dur daha dur, başın açtı, yarın askılı giyer, mini etek giyer’ demişler. Yıllar sonra bana şunu dediler, ‘tahmin ettiğimiz olmadı, sen çizginde devam ettin’. Ben de güldüm, elbette ki aksini de yapabilirdim ama benim amacım başkaydı. Benim amacım gittikçe nobranlaşan, zorbalaşan bir ideolojiye karşı durmaktı.
Bir çok başörtülü arkadaşım, danışanım, takipçim başörtülü oldukları için falanca siyasi partiden olmakla suçlanıyorlar. Çok fazla email aldım, başörtüsünü artık takmak istemiyoruz yorulduk diyen kadınlardan. Sistem, iktidar ve iktidarın araçları gerçek samimi müslüman kadınları da kendileri ile karşı karşıya getirdi. Başörtüsü ile mutlu olan kadınlar, başörtü taktıkları için şu an hala cehaletle ve malum partiden olmakla suçlanıyorlar. Devletimiz ve kurumları, tüm yozlaşmışlığın faturasını yine kadınlara ödetiyor. Kendilerine karşı gelen kadınlara sürtük etiketi yapıştırırken, gelmeyen ama yaşamakta zorlanan kadınları ise zaten hiç görmüyorlar.
Şu an yaşadığım ülke olan Amerika’da da, müslüman topluluklar başörtüsünü tartışıyorlar. Aileler, ‘kızlarımız başörtüsü örtmek istemiyor’ diye bu konuda bilenlere danışıyorlar. Geçenlerde takip ettiğim Amerikalı müslümanlardan oluşan büyük de kitlesi olan bir gruptan şu karar çıktı, 'onların seçimine bırakın'. İslamın temel meseleleri (ahlak oluyor bu mesele ) ilgilenin. Kuran’ın binlerce, toplumu, ahlakı, adaleti düzenleyen ahlaki ayetlerini bırakıp tek bir mesele ile kadınların üzerinde tepinmek İslami değil ataerkilliğe hizmet eden, art niyetli bir düzenin emridir. Tarih boyunca aynı zihniyete hizmet edenler kadınları hangi ülke, hangi toplum olursa olsun hep yok saydı. Saymaya da devam ediyor. Çünkü kadınlar sisteme göre tehlike arz ediyor. Ben imam hatipteyken fıkıh hocam şunu demişti, ‘Bir gün karıma, kadının haklarını anlattım, başıma çıkacaktı neredeyse. Bir bilseniz kadının nasıl hakları var İslam’da sizi zapt edemeyiz’. O gün bir karanlık çökmüştü zihnime, bizden neyi saklıyorlar yahu diye düşünmüştüm. Bu saklamanın tek bir sebebi, erk sahiplerinin gücünü sürdürmek ve bir uyanırsa dünyayı baştan aşağı dönüştürecek olacak kadını kontrol altında tutmak.
Bugün çok fazla çıplaklık ve teşhircilik yaşanıyorsa, bunun da sebebi kurulan bu düzen bu sistemdir. Kadın kapalı olduğunda değer vermediniz, dekolte giydiğinde her dediğini yaptınız. Baştan çıktınız ve kadını baştan çıkarıcı ilan ettiniz. Ahlak kadına da erkeğe de farzdır. Ama siz erkeğin ahlaksızlığını görmediniz. Ve koskoca ahlak kavramını sadece bacağa, göğse indirgediniz. Çünkü bunu yapmazsanız, iktidarınız biter. Her iktidar yaşayabilmek için bir düşmana ihtiyaç duyar. Bu düşman bazen muhalifler olur, bazen kadınlar, bazen çocuklar, bazen de hayvanlar…
23 yılda öyle bir imparatorluk inşa ettiniz ki, bir çok dindar ailenin çocuğu deist oldu. Bir çoğu ateist. Kullarınız, sosyal medya trollerinden ve elinizde kukla gibi oynattığınız bir avuç eğitimsiz, fanatik, cehalet ve yoksulluk içinde yaşamaya, haline şükür etmeye çalışan insanlardan oluşuyor. Nas deyip, faiz haram deyip faizi düşürüp doları yükselttiniz, hala belimizi toparlayamadık. Sizin yüzünüden bir çok genç bugün Türkiye’de sabah akşam İslam’a ve Allah’a hakaret ediyor. Bunu siz kendi elinizle yaptınız. Diyanet camilerde, kadın cinayetlerinden, Kuran kurslarında, cemaat yurtlarında tacize tecavüze uğrayan çocuklardan, hayvan cinayetlerinden bahsedeceği yerde kadınların orasını burasını örtmesinden bahsediyorsa açık bir şekilde kafirlik ve münafıklık ediyor. Bu küfrü siz kendi ellerinizle yarattınız. Hakikati örtüyorsunuz ve mış gibi yapıyorsunuz. Kafir de, münafık da, ahlaksız da sizlersiniz. Size karşı gelene de biz toplumun iyiliği için yapıyoruz diyorsunuz, tıpkı bu ayette Allah’ın münafıklardan bahsederken verdiği misal gibi ‘Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” dendiği zaman, “Hayır! Biz ancak ıslah edicileriz” derler.’ Bu bir anlamda da kişilik bozukluğudur. Narsistik kişlilik bozukluğu. Düpedüz bir gaslighting yaparak, size sizin yanlış ve kusurulu olduğunuzu göstermeye çalışırlar. Oysa ki onların içlerinde olduğu psikoloji yine Kuran’da muhteşem bir şekilde ifade edilir: “Onların hali karanlıkta ateş tutuşturmaya çalışan bir insan gibidir. Ateş etrafını aydınlatınca Allah nurlarını söndürür ve onları karanlıklar içinde bırakır.” Korkuyla, hükümranlıkları bitmesin diye önlerini görmek için yaktıkları ateş, bir gün hakikatin gözleri kör edici aydınlığı ile karanlığa gömülecektir.
Ben Amerika’da yaşıyorum ve her gün ülkem için daha çok üzülüyorum. Burada insanlar şöförsüz araçlara binerken, binlerce bilimsel çalışmaya öncülük ederken, beynini geliştirirken, fikir üretirken benim ülkemde her gün kadınlar, çocuklar ve hayvanlar ölüyor. 28 şubatta puanım kırıldığı için içimde kalan eğitimi Amerika’da bin bir türlü zorlukla mücadele ederek alıyorum, kendimi tamamlıyorum. Bizi eksilttiler çünkü, o dönemin kadınları hep bir yerlerde kendilerini eksik hissetti. Yıllardır eğitim alıyorum, doymadım. Niye biliyor musunuz sayın yetkililer? Siz benim içinde ezildiğim olaylardan mağduriyet çıkarıp iktidarınıza meşruiyet kazandırırken bizi bir kez daha ezip geçtiniz. Öyle ezdiniz, öyle çürümüş bir sistem kurdunuz ki, bu kadar kabiliyet ve beceri ile kendi ülkemde akademisyen olamadım. Buradaki hocalarım zekama, kabiliyetime hayran oluyor. Kendi ülkemde ise arkamda biri olmadığı için, bir mevkide birini tanımadığım için yok sayılıyordum. Sahte diplomaların peynir ekmek gibi satıldığı ülkemde artık kimin ne olduğunu bilememenin üzüntüsü de ayrıca kalbimi yoruyor. Ve en kötüsü de benim gibi kendini hiç bir mahalleye ait hissetmeyenlerin sesi olacak muhalif bir figür de yok. Biz isyankar müslümanlar olarak kaldık öylece, Becket’in dediği gibi, öylece lök gibi ortada kaldık…
Berrin Sönmez’in dünkü muhalif çıkışı bana bu yazıyı yazdırdı, yoksa ben de uzun süre cesaret edip yazamazdım. Müslüman kadınlara sesleniyorum, tüm kadınlara sahip çıkmak zorundasınız. Bugün onlara, yarın size değecek bu işin ucu. Benim kızım bana neden şort giyemediğimi sorduğunda ona kadınların bedenlerindeki dişil enerji bölgelerinden ve meridyenlerinden bahsettim. Dişil enerjinin içimizde yoğunlaşması gerektiğini ve bunun içinde enerji kaçağı yapan beden bölgelerimi kapattığımı anlattım. Neden namaz kıldığımı sorduğunda ona çakralardan bahsettim, abdestin bedendeki kinetik enerjiyi sağalttığını ve sağlığa nasıl faydası olduğunu, günde beş kez meditasyon yaparak anda kalmanın psikolojiye olan faydasını anlattım. Polivagal teoriden bahsederek namaz ve abdestin vagus sinirlerimizi nasıl harekete geçirdiğini ve içsel yaralarımızı nasıl iyileştirdiğinden bahsettim. Oğlum ergenliğe erdiğinde neden gusül abdesti alıyoruz dediğinde müslümanız dediğimde bana şunu söyledi ‘ben henüz bir din seçmedim, kendim araştırıp seçeceğim’. Ben de ona gusül abdesti alırken burnumuza çektiğimiz suyun hormonlarımızı nasıl regüle ettiğini, bedendeki enerjiyi nasıl dengelediğini anlattım. Şimdiki gençlere sopa göstererek, bu böyledir, yasaktır, günahtır, Allah’ın emridir, zorundasın diye anlatamasınız. Ne için kıldığınızı bilmediğiniz o namazları çocuklarınıza kıldırmaya çalışmak bir işe yaramayacak. Onlar başka zamanının çocukları, kendi seçimlerini kendileri yapacaklar.
Gelelim diyanete. Daha dua etmeyi beceremeyen, Audi arabalarında korumalarıyla gezen, banka hesaplarına yüz binlerce lira giren diyanet başkanına sesleniyorum. Peygamberimiz mezarından çıkıp gelseydi size ne derdi? Ben söyleyeyim mi, yüzünüze tükürür diyaneti kapatır, her yere bir bilim ve ilim merkezi açardı sizin yerinize. Ama siz bu cümleleri anlamaktan çok uzaktasınız. Para tüm değerlerden yüce bir yer işgal ediyor çoğunuzun hayatında. Venedik Tacir’inde kızı hristiyan bir gence kaçan yahudi tefeci Shylock isyan ederken biri ona ‘Para senin belanı versin’ der. O da insanın belasını para değil Tanrı verir deyince, karşısındaki ‘iyi ya senin Tanrın para’ cevabını verir. Ben de şimdi diyorum para sizin belanızı verecek bir gün. İnanıyorum.
İslam’a hiç bir dönemde bu kadar zarar verilmemişti. Biz inananlar eskiden gururlu, onurlu ve ahlaklı bir şekilde yaşıyorduk. Haysiyetimiz vardı… Ama hepsi kayboldu. Ben şimdi köşede kalan bir avuç gururlu, onurlu ve ahlaklı muhafazakar abilerime ve ablalarıma sesleniyorum. Biz sesimizi çıkarmadıkça, işler daha da sarpa saracak. Kötülüğe ses çıkarmayan dilsiz şeytandır. Bugün ben şeytan olmamak için yazıyı yazıyorum. Sizleri de artık yanlışa yanlış demeye davet ediyorum. Peygamberin ilk çağrısı gibi oku ve hayır kelimelerini bir araya getirerek, okuyarak ve artık hayır diyerek bir duruş sergilemenizin büyük bir zinciri kıracağını söylüyorum. Ben artık yüzlerine çarpıyorum gerçeği bugün: Toplum bir cinnetin eşiğinde. Kral Çıplak! Soytarıları kraldan daha çıplak!





Betül Hanım, Yazdıklarınız beni çok üzdü. Sanki herkes İmam Hatipe zorla gidiyor ve çocukluğunu gençliğini yaşayamıyor gibi bir algı var yazıda. İmam hatip lisesi mezunu olarak ( aynı yıllarda mezun olduğumuzu öğrenmiş bulunuyorum) imam hatipte benim en güzel yıllarım geçti. Ailemdi 2. yuvamdı orası en güzel arkadaşlıkarım orada oldu, hala özlerim. Ortaokul bitip liseye başlayacakken ailem meslek lisesine geçmemi bir meselğimin olmasını istediler direndim. İmam hatipe devam ettim. Başörtüsü örtmeye orada karar verdim kendi isteğimle. Bir süre sonra açıldım. iki halimi de kıyasladım. Başörtülü ben mi başörtüsüz ben mi? Liseye giden biri olarak şunu farkettim. Başörtülü daha özgürdüm. Kendimi daha rahat hissediyordum. Tercihimi bu yönde yaptım.
Üniversite yıllarında ve sonraki öğretmen olarak başı açık görev yaptığım yıllar hayatımın en zor…
Merhaba,
Yaziniz icin tesekkurler. Ben de Kuzey Avrupada yasayan biri olarak tespitimi yazmak istedim. Burada da eski buyuklerine baktiginizda kadinlarin baslari ortulu, muzelerde yaygin sekilde sergileniyor. Peki bu da dinler hep Arap toplumundan yayildigi icin mi? Yoksa eski toplumlarda hep varmis ve din sadece bi duzenleme mi getirmis? Sonucta tek din var ve hepsinde ortu var. Ruhban sinifindan kurtulma mucadelesi onlar da buraya evrilmis. Ortu de rahibelere kalmis veya cizgi filmdeki ’masha’ya:) Simdi de bizdeki ’ruhban sinifi’ yuzunden mi bi isyan oluyor her birimizde? Peki bu sirada olsa da olur olmasa da miyi mi sorgulayacagiz yoksa ’var’ ama kisisel tercihim degil mi diyecegiz? Cunku bu farkin onemini burada cok net goruyorsunuz. Biliyorsunuz burada dini inanc cok az ancak tam ahlakli…
Yazılarınızı, tespitlerinizi, yorumlarınızı çok beğeniyorum. Ve pekcok olayda bakış acınızı kendime çok yakın buluyorum. Bu yazınızı da sanki sizinle karşılıklı muhabbet ediyor gibi okumak istedim. Böyle yapınca aralarda size şu cümleleri kurdum içimden: Ama Kuran sadece Arap toplumlarına gelmedi. Arap kültürünün bir devamı niteliğinde görülse de öyle değil. Allahü teala haşa bilmiyor mu Kuzey Avrupa'da bir gün milyonlarca Müslüman olacağını. Toplumlarin birbirine karışacağını. Kuzey Avrupa'da yaşıyorum. Başörtülüyüm.36 yaşındayım. Yaşadığınız ikilemleri Türkiye'de değil Avrupa'da yaşadım. Sonra dönüp dedim Avrupa'lısi da aynı Arap'ı da, Türk'ü de, Amerika'lısi da. Ahlaksız insanların olduğu her yerde tesettürüm beni koruyor. Eski toplumlara, başka dinlere baktım, erkeğiyle bayanıyla,başın üstüne takılan şapka, sarık, takke.. hep bir şey var basüstunde. Taç cakrayi korumakla ilgisi olmalı diye düşünüyorum. Be…
Duygularıma tercüman olan bu yazı için, kalemine ve yüreğine bereket Sevgili Betül. Okurken neredeyse birisi beni seslendirmiş gibi, kendi hayatım gözlerimin önünden geçti. Dün gece bir erkek yazar Berrin Sönmez'in başını açma protestosuna dair yazısını okumamı ve yazıya dair yorumlarımı istedi. O belki birkac cümlelik bir yorum bekliyordu, lakin ben içimde biriken volkanla ona uzun uzun ve neredeyse senin yazdıklarının aynısını yazdım. Seninle aramızdaki tek fark tüm yorgunluğuma ve görünmez olma ihtiyacıma rağmen benim başörtüsü ile direnmeye devam etmemdir. Sevgiler
Yaşadıklarınız size İslamı yanlış olduğunu değil yanlış sunuldupunun göstergesi bununla siz hislerinizi yazmışsınız sonrada daha ileri giderek zamanında Allah yanlış koymuş biz. Düzeltelim böyle daha tesettürlü hissediyorum demeniz Allahın yanlış yaptığını haşa değil sizin yanlış yerden baktığınız göstergesi bence siz. Vicdan rahatlatma yapmışsınız artık bu kurslarda iftira atmaktan korkun yıllarca yaşadım sevgiyi. Saygıyı kardeşliği öğrendim 1000 tane kursun birtane sinde böyle iğrençlik olması bunun böyle olduğunu ispatlamaz el insaf bunu sizde biliyorsunuz el hasılı kelam siz saçınızı açmışsınız canınız öyle istemiş bunada güzelleme yapmışsınız zaten bu sıra etrafımızda böyle güzellemeler çok çıktı ki. Bence kasıtlısınız vebal e girmeyin kalan birçok tesettüre girmiş olan girecek olan kızlarımızın hakkına girmeyin siz Allah ile aranızı kendi görüşlerinize değil doğru insanları okuyarak ayarlayın bence